Dr. Félix Rey, röportaj: Max Braumann (1928)
Vincent her şeyden önce sefil, bedbaht bir adamdı, boyu--Lütfen ayağa kalkın! Sizin boyunuzda--kısaydı ve zayıftı. Üzerinde her zaman her yeri boya içinde olan bir tür palto olurdu. Boyanın sebebi de tuvale boyayı başparmağıyla uygulaması, sonrasında da parmağını paltosuna silmesindendi. Ayrıca güneşin yakıcılığından korunmak için Camargue çobanlarının kullandığı türden oldukça büyük bir hasır şapka takardı. Yöredeki tek ressam olmasından ve sanatı hakkında konuşacağı kimsenin olmamasından sıkça yakınırdı. Böyle birisinin yokluğunda benimle renkler üzerine konuşurdu. Ancak ben de kırmızının neden kırmızı, yeşilin de neden yeşil olmaması gerektiğini gerçekten anlayamazdım! . . .
Sabah tuvali ve şövalesi ile yola koyulmadan önce kömür ateşinin üzerine bir kap nohut koyardı. Genellikle aşırı yorgun bir halde akşam eve döndüğünde ateş doğal olarak çoktan sönmüş olur, nohutlar da genellikle yarı pişmiş ve yenmez durumda olurlardı. Yine de, eğer midesini alkol ile serinletmek niyetinde değilse, bu oldukça lezzetsiz yemeği yerdi.
* * *
Beni konu aldığı resimde, ısırgan bir yeşil önünde kafamı tamamen yeşil (yalnızca iki ana renk kullanırdı, kırmızı ve yeşil), saçımı ve sakalımı parlak kırmızı (kaldı ki hiçbir zaman kırmızı saç telim olmadı) yaptığını gördüğümde açıkçası korkmuştum. Bu hediye ile ne yapmamalıydım? Tıpkı bana hediye ettiği Hastane Bahçesi ve Hastane Yatakhanesi gibi. Resimleri o sırada ziyarette bulunan Hastaneler Direktörüne sundum, ancak hiç ilgisini çekmediği gibi resimleri klinik sekreterine bıraktı. Direktörün kendisi de bir ressamdı . . . . Ne yazık ki Van Gogh’un resimleri onun da ilgisini çekmemişti. Resimleri "birer hakaret" olarak nitelendiren sekreter ise onları eczacıya verdi. Önceki sahiplerinden daha dikkatli davranan bu kişi resimleri sakladı ve Van Gogh öldükten sonra eserlerinin değerlerinin büyük rakamlara ulaştığı bir zamanda müthiş paralar karşılığında sattı.